‘Doğu’nun Kraliçesi’nde deniz, doğa ve konukseverlik…

Seyahatlerimde ‘Couchsurfing’ (yerel halkın evine misafir olma) yöntemini çokça tercih ediyorum. Memleketimiz misafirperverdir ama Hatay’ı ayrı bir yere koymam gerek. Öyle bir kol kanat geriliyor ki bize; ne kadar anlatsam az. Arsuz’da bizi misafir eden İrfan Göreke bir okulun müdür yardımcısı. Benim daimi iki yol arkadaşım da müdür yardımcısı. Tatlı bir tesadüf. İrfan Hocam Hataylı değil ama Arsuz’un fahri tanıtım ateşesi sanki. Buluşur buluşmaz resimlerle donatılmış Arsuz sokaklarını gezmek istiyoruz. Duvarları boyayıp süsleyerek çok farklı fotoğraf köşeleri oluşturmuşlar. İnsan kendini kaybediyor bu sokaklarda.

Dere boyu yürüdük

Günün yorgunluğunu günbatımında yüzerek atıyoruz. Akşam yemeği esnasında İrfan Hocam gözleri parlaya parlaya “Kanyona gitmek ister misiniz” diyor. İsteriz tabii ki. Dört tane kanyon varmış Arsuz’da. Delisu Şelalesi’ni seçiyoruz. Yolu biraz zormuş ama ismi deli olan bir şelale ne kadar zor olursa olsun görülmeyi hak eder. Hayat sürprizlerle dolu. Adını duymadığınız bir şelaleye yürümek için sabahın 7’sinde uyanabiliyorsunuz. Henüz bir gün önce tanıştığınız gezgin dostu bir insan size rehberlik edebiliyor. İrfan Hocam beni ve arkadaşımı sabahın erken saatlerinde arabasıyla şelaleye en yakın yere kadar götürüyor. Geri kalan yolu yürüyeceğiz. Havanın sıcak olması dışında bir sorunumuz yok. Bir saate yakın toprak yollardan yürüyoruz. En sonunda sesi geldiğinde kendimizi nasıl suya attığımızı bilmiyoruz! Su öyle berrak, öyle buz gibi ve biz öyle bir yanmışız ki yürürken…

Gezginimiz Bahar Gündoğdu

Atlamalara zıplamalara doyunca bir taşın üstünde kendimizi kurumaya bırakıyoruz. O esnada İrfan Hocam suyun içinde “İmdat boğuluyorum” diye bağırmaya başlıyor. Arkadaşımla birbirimize bakıyoruz. Şaka yaptığını düşünüyorum ama yardım sesleri kesilmiyor. Yerimden yavaşça kalkıp elimi uzatıyorum hâlâ şaka diye düşünerek. Ay ne şakası! Meğer daha önce boğulma tehlikesi yaşamış ve bu onda fobi yaratmış. Korku dolu gözlerle kıyıya çıkıp suya bakarken titremesinden anlıyorum yaşadığı dehşeti. Şaka yaptığını düşünürken az kalsın boğulmasına sebep oluyormuşuz… İrfan Hocam biraz soluklanıp kendine gelince derenin içinden suyun tersine doğru yürüyüşe geçiyoruz.

Yürüyüşümüz genelde dere içinden. Kanyon gibi yüksek duvarların arasından yürümüyoruz ama yüksek dağlar etrafımızda ve sık sık küçük çavlanlardan, çağlayanlardan geçiliyor. Bu yürüyüş de yaklaşık bir saat kadar sürüyor. Her şelaleye girmesek, her gölete atlamasak daha kısa sürebilir. En son bir kaya duvarında yol bitiyor. İrfan Hocam o kayanın tepesinden sarkan ipe tutunarak yukarı tırmanmamız gerektiğini söylüyor. Zor oluyor ama başarıyoruz. İşte orada iki gözümün çiçeği. Dağların arasında bir şelale ve o şelalenin döküldüğü yerde oluşturduğu, hayatınızda görebileceğiniz en berrak göl. Karşıdan izlemesi ayrı zevk ama bu gölde mutlaka yüzmeliyiz. Kayaya tırmanıp çıkıyoruz. Aşağı inişte de dikkatli olmak gerek. O şelaleye tırmanıp üstüne çıkanlar olmuş ama bana pek akıl kârı gelmiyor. Delisu Şelalesi’nin deli deli akan sularını izlemek, o berrak sularında yüzmek ve bir kayanın üstüne çıkıp Hatay’ın güneşinde ısınmak çok daha güzel. Hiç ayrılmak istemesek de geri dönmemiz gerekiyor. Tırmandığımız ipten iniş de pek kolay olmuyor ama bir şekilde inmeyi başarıyoruz sonunda. Dönüşümüz daha hızlı ancak en büyük sorunu dereye indiğimiz patikayı bulamadığımızda yaşıyoruz.

Sokaklar fotoğraf çekimi için düzenlenmiş

Diken dolu çukura düştü

Sık dikenli ormanın içinde bir patika bulduğumu sanıp ilerliyorum. İrfan Hocam öne geçiyor ve sonra bir anda beline kadar diken dolu bir çukurun içinde görüyorum… Vietnam’da çekilmiş savaş filmlerinden bir sahne gibi! “Gelme” diyor bana, gitsem ben de çukura düşebilirim. O çukurdan nasıl çıkıyor hiç bilmiyorum ama bacakları dikenlerin açtığı yaralardan kan içinde. Bense başıma musallat olan bir atsineğiyle boğuşuyorum. Kurtulmaya çalışırken dikenlere dolanıyorum. Aramızda sağlam kalan bir tek yol arkadaşım çünkü sıcak havaya aldırmadan tayt giyerek en başta kendini korumanın yolunu bulmuştu. Bense şortla atsineğinin avı olmaktan kaçamıyorum. Patikayı bulup toprak yola çıktığımızda İrfan Hocam ve benim bacaklarımız dikenler tarafından tırmalanmış, elimde tişört devamlı atsineğini kovalıyorum… Arabayı bıraktığımız yere ulaşıyoruz nihayet. Bir daha “Arsuz’a geliyoruz” desek sanırım İrfan Hocam ölü taklidi yapar, belki de kenti terk eder. Bir şelale gösterecek diye az kalsın boğuluyor olması yetmedi, dikenler nedeniyle kanlar içinde kaldı. Ben mi? Ben de yaralıyım. Birkaç yerim de morarmış. Ben bunlara alışkınım ve her şeye razıyım hayat ama o atsineği bana konmasın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir