Yıllardan 1972, aylardan Haziran… Vietnam’ın güneyinde Trang Bang adında ufacık bir köy. Farklı yaşlarda dört-beş tane çocuk. Belki kardeşler, belki de kuzen… Büyükleri onları etraflarında yaşanan dehşetten mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışıyor. Karınları tok, keyifleri yerinde. Kahkahalar içinde ip atlıyorlar, kovalamaca oynuyorlar.
Sonra bir gümbürtü… Kulakları sağır edecek kadar kuvvetli bir uçak sesi… Bir an sonra sesin kaynağı da görünüyor; alçaktan uçan kocaman bir savaş uçağı. Ve ardından gelen patlamalar, koyu duman ve dayanılmaz bir acı…
Kim Phuc Phan Thi’nin 8 Haziran 1972 gününe ilişkin hatırladıkları bu şekilde. Kim Phuc o sırada 9 yaşındaydı, bir tapınağın avlusunda neşe içinde oynayan çocuklardan biriydi. Ve o gürültücü savaş uçağı Kim Phuc’un hayatını bir daha asla eskisi gibi olmayacak şekilde değiştirdi.
Geçtiğimiz günlerde New York Times için kaleme aldığı yazısında, “Ne kadar hızlı koşarsanız koşun, napalm vücudunuza yapışır, korkunç yanıklara ve bir ömür boyu sürecek acılara neden olur” diyen Kim Phuc şöyle devam etti:
“Koştuğumu ve ‘Çok sıcak, çok sıcak!’ diye çığlıklar attığımı hatırlamıyorum. Ama çekilen video görüntülerine ve başkalarının hatırladıklarına bakılırsa, bunları yapmışım.”
Peki sonra?
“Muhtemelen o gün çekilmiş fotoğrafımı görmüşsünüzdür. Acı içinde çığlık atan kolları iki yana açılmış çırılçıplak bir çocuk. Associated Press haber ajansı için çalışan Güney Vietnamlı fotoğrafçı Nick Ut’un çektiği o fotoğraf dünyanın dört bir yanında gazetelerin birinci sayfalarında kullanıldı, Pulitzer Ödülü’ne layık görüldü ve zamanla Vietnam Savaşı’nın en ünlü karelerinden biri haline geldi.”
Nick Ut’un fotoğrafı 13 Haziran 1972 tarihli Hürriyet’in birinci sayfasında bu şekilde yer aldı. Resim altında, “Ortadaki küçük kız çocuğu napalm tesiriyle tutuşan elbiselerini yırtarak çıkarmış ve sırtı yanık içinde dehşetten ve acıdan ağlayarak kaçmaya çalışıyor” deniyordu.
* * * * *
Nick Ut (ya da Vietnamca adıyla Huynh Cong Ut) için fotomuhabirlik bir aile mesleğiydi. Ağabeyi Huynh Thanh My de onun gibi Associated Press’te çalışmıştı. Mesleğin en büyüklerinden Horst Faas tarafından yetiştirilen My, küçük kardeşine fotoğraf makinesinin nasıl kullanılacağını öğreten kişiydi. Sahada görev yaptığı sırada bir çatışmada vurulup ölmeden önce kardeşine, “Umarım bir gün savaşı durduran bir fotoğrafın olur” demişti.
Faas, Nick Ut’un ağabeyinin izinden gitme fikrine şiddetle karşıydı. “Ben bir daha anneni arayıp ‘İkinci oğlunuzu da kaybettik’ diyemem” diyordu ama Ut karşı karşıya olduğu riskin farkındaydı ve seçimini yapmıştı bir kere…
1 Kasım 1955 ile 30 Nisan 1975 tarihleri arasında Vietnam, Kamboçya, Laos, Güney Çin Denizi ve Tayland Körfezi’ni kaplayan geniş bir alanda, Güney Vietnam güçlerini destekleyen ABD ordusu napalm, beyaz fosfor, göz yaşartıcı gaz, kimyasal silahlar ve misket bombası gibi bugün savaş kurallarına aykırı kabul edilen çok sayıda silah kullandı. Kuzey Vietnam ile Viet Kong/PRG’nin zaferiyle ve komünistlerin Güney Vietnam’ın kontrolünü de ele geçirmesiyle sonuçlanan savaş, çok büyük bir mülteci krizinin yanı sıra Kamboçya’daki korkunç soykırım ile Üçüncü Hindiçin Savaşı’nı tetikledi.
7 Haziran günü, Saygon’un 50 kilometre kadar kuzeybatısında bulunan Trang Bang köyünde çatışmalar yaşandığını duydu Ut. Sonrasını Washington Post için kaleme aldığı satırlarında şöyle anlattı:
“Ertesi sabah Trang Bang’e yaptığım yolculuğa dair halen çok net görüntüler var hafızamda. Yol kenarında yatan cesetler ve bölgeden kaçan yüzlerce mülteci gördüm. Nihayet günler süren hava saldırıları sonucu harap olmuş bir köye ulaştım. Köyün sakinleri sürekli çatışmalardan o kadar bıkmıştı ki evlerini terk edip sokaklarda, köprü altlarında, bulabildikleri sakin nokta neresi varsa orada yaşamaya başlamışlardı.
“Öğlen olduğu sırada, ihtiyacım olan fotoğrafları çektiğimi düşünüyordum. Oradan ayrılmaya hazırlanırken, Güney Vietnamlı bir askerin bir grup binanın yakınına hedef işareti olarak kullanılan bir sarı duman bombası attığını gördüm. Fotoğraf makinemi elime aldım ve birkaç saniye içinde bir uçağın köyün üzerine dört napalm bombası bırakmasını görüntüledim.
Ut’un bombalar patladığı anda yakaladığı bir kare
“Bombalar patladığında yaralı olup olmadığını bilmiyorduk. Bütün sabah, köy boş gibi görünmüştü ama meğer çok sayıda insan tapınakta saklanıyormuş.
“Biraz yaklaşınca insanların napalmdan kaçtığını gördük. Ben sol bacağı çok fena yanmış bir kadın görünce dehşete düştüm. Yaşlı bir kadının taşıdığı ve kameramın önünde ölen bir bebekle bir başka kadının taşıdığı derileri soyulmakta olan küçük oğlan gözlerimin önünden gitmiyor.
“Sonra bir çocuk sesi duydum. ‘Çok sıcak! Çok sıcak!’ diye bağırıyordu. Fotoğraf makinemin objektifinden bakınca çocuğu gördüm. Üzerindeki elbiseleri koparırcasına çıkarıyor ve bana doğru koşuyordu. Onun fotoğraflarını çekmeye başladım.
“Daha sonra kız, erkek kardeşine seslendi. Ölmekte olduğunu sanıyor ve su istiyordu. Makinemi hemen bir kenara bıraktım ve kızın yardımına koştum. Bunun fotoğraf çekmekten daha önemli olduğunu biliyordum. Mataramı çıkarıp kıza su içirdim, kalanını da soğusun diye vücuduna döktüm. Ama bu canını daha çok yaktı. İnsanların vücutlarında derin yanıklar olduğunda üzerine su dökmenin yanlış olduğunu o zamanlar bilmiyordum.
“Halen şoktaydım, çığlıklar kafamı karıştırıyordu ama tüm çocukları ajansa ait minibüse bindirmeyi başardım. Hepsini en yakın hastane olan Cu Chi’ye götürdüm. Kız sürekli ‘Ölüyorum! Ölüyor muyum?’ diye ağlıyordu. Minibüsümde can vereceğinden emindim.
“Hastaneye gittiğimizde kızın adının Kim Phuc Phan Thi olduğunu öğrendim. Vücudunun yüzde 30’unda üçüncü derece yanıklar vardı. Doktorlar hastaneye götürülen yaralı asker ve sivillerin yükü altında ezilmiş haldeydi. O yüzden en başta Kim Phuc’u almak istemediler ve onu Saygon’daki daha büyük bir hastaneye götürmemi söylediler ama ben derhal müdahale edilmezse öleceğini biliyordum. Doktorlara basın kartımı gösterip, ‘Çocuklardan biri ölürse bunu bütün dünyaya duyururum’ dedim. Onun üzerine Kim Phuc’u içeri aldılar. Bu kararımdan asla şüphe etmedim.
“Durumu stabile dönünce Saygon’daki çocuk hastanesinin yanık birimine nakledildi. Ama Kim Phuc’un saldırıda aldığı tek yara yanıkları değildi. İki yeğeni hayatını kaybetmişti, erkek kardeşlerinden biri de ağır yaralanmıştı.
“Bir yıl boyunca yanık biriminde tedavi gördükten sonra Kim Phuc’a bir günlüğüne ailesinin yanına gitme izni çıktı. Ben de o gün ziyaretine gittim. Ona oyuncaklar, kitaplar, meyveler, pastalar götürdüm. Ailesinin evi yıkılmıştı ama Kim Phuc gülümsüyordu. Onu yeniden ailesiyle birlikte görmek, köydeki çocuklarla oynadığına şahit olmak çok güzeldi.”
Nick Ut’un hastaneden izinli çıkan küçük kızı ziyarete gittiği günden kalma bir kare…
Nick Ut’un hastaneden izinli çıkan küçük kızı ziyarete gittiği günden kalma bir kare…
* * * * *
Bugün 59 yaşında olan Kim Phuc’un gözünde Nick Ut’un değeri bambaşka. “Nick o fotoğrafla yaşamımı değiştirdi. Ama aynı zamanda hayatımı da kurtardı” diyen Kim Phuc, Ut’un fotoğrafı çektikten sonra makinesini bir kenara koyduğunu, kendisini beni bir battaniyeye sardığını ve tıbbi yardım alabilmesi için oradan hızla götürdüğünü hatırladığını anlattı.
Ne var ki Kim Phuc yazısında, “Ona sonsuza kadar minnettarım” dese de durum o kadar da basit değildi. Neden mi? Yine kendisinden dinleyelim…
“Ama bazen ondan nefret ettiğimi hatırlıyorum. O fotoğraftan nefret ederek büyüdüm. Kendi kendime ‘Ben küçücük bir kızım. Çıplağım. Neden o fotoğrafı çekti ki? Neden annem babam beni korumadı? Neden o fotoğrafı yayımladı? Neden kardeşlerim ve kuzenlerim giyinikken tek çıplak çocuk benim?’ diyordum. Kendimi çirkin hissediyordum ve utanıyordum.
“Büyüme çağındayken zaman zaman ortadan kaybolmayı diliyordum. Bunun sebebi sadece yaralarım ve sürekli yaşadığım kronik ağrılarım değil aynı zamanda vücudumdaki bozulmanın yarattığı utanç ve mahcubiyetti. Yara izlerimi giysilerimin ardına saklamaya çalışıyordum. Korkunç bir kaygıyla ve depresyonla yaşıyordum. Okuldaki çocuklar benden kaçıyordu. Komşular ve bir yere kadar ailem için bir acıma nesnesi olmuştum. Büyüdükçe, kimsenin beni sevmeyeceğini düşünüyordum.
“Bu arada fotoğrafın ünü günden güne artıyor, özel hayatımı ve duygusal yaşamımı sürdürmeyi gittikçe zorlaştırıyordu. 1980’lerin başında basına sayısız röportaj verdim, başbakanlarla ve başka liderlerle görüştüm. Hepsi de o fotoğrafta ve benim yaşadıklarımda bir anlam arıyordu. Yolda koşan çocuk, savaşın dehşetinin sembollerinden biri haline geldi. Gerçek kişi ise onları gölgelerden izliyor ve ‘Ya hasarlı bir insan olduğum açığa çıkarsa’ korkusuyla yaşıyordu.”
‘Napalm Kızı’ 2015’te yara izlerinden kurtulmak için lazer tedavisine girmeden önce…
* * * * *
Saygon 1975’te düştü; Kim Phuc ile Ut, 1989 yılına kadar bir daha hiç görüşmedi. O yıl Ut, Küba’ya bir görev için gönderilmişti, Kim Phuc ise buraya İspanyolca öğrenmek ve farmakoloji eğitimi almak için gelmiş bir öğrenciydi. Kim Phuc o sırada daha sonra eşi olacak Toan isimli genç adamla nişanlıydı ve nihayet “Kimse beni sevmeyecek” inancından kurtulmayı başarmıştı.
Ut’un aktardığına göre, ikisi de taraf değiştirmek ve komünist olmayan bir ülkede yaşamak istiyordu. Düğünlerinin ardından bir arkadaşları Moskova’ya balayına gitmeleri için biraz maddi destek verince aradıkları fırsata kavuştular. Uçak Küba’ya dönerken Kanada’da yakıt ikmali için durunca uçaktan indiler ve kendilerini durduran gümrük görevlilerine “Biz taraf değiştiriyoruz” dediler. Kanadalılar başta çifti içeri almayı reddetti ama karşılarındaki kadının o ünlü fotoğraftaki kız çocuğu olduğunu anladıklarında hem Kim Phuc’a hem de nişanlısına sığınma hakkı tanıdılar.
Kim Phuc bugün eşi ve iki çocuğuyla birlikte Toronto’da yaşıyor. Bir yandan UNESCO iyi niyet elçisi olarak çalışıyor, bir yandan da kendi kurduğu vakıf ile dünyanın dört bir yanında savaştan zarar görmüş çocuklara destek olmaya çabalıyor. Evinin dört bir yanında savaşla ilgili kitaplar var ama savaş fotoğrafları görmek istemiyor. Yaşadığı kâbusu hatırlatacak bir şeye katlanamıyor.
Kim Phuc Phan Thi ve eşi Toan Huy Bui
Ut’un çektiği fotoğraftan başta nefret etmiş olsa da Kim Phuc o fotoğraf sayesinde hayatının amacını bulduğunu düşünüyor. Bu durumu New York Times’daki yazısında şöyle anlattı:
“Fotoğraflar tanım gereği zamanda bir anı dondurur. Ancak o fotoğraflardaki hayatta kalmış insanların, özellikle de çocukların bir şekilde hayatlarına devam etmeleri gerekir. Biz sembol değiliz, insanız. Bizim iş, sevecek insanlar, kucaklayacak toplumlar, öğrenecek ve üzerimize düşülecek yerler bulmamız gerek.
“Ben ancak yetişkinliğimde Kanada’ya sığındıktan sonra huzuru bulmaya ve hayatımın amacını idrak etmeye başladım. Bir vakıf kurulmasına katkıda bulundum ve savaşın yıktığı ülkelere seyahat ederek savaş kurbanı çocuklara tıbbi ve psikolojik yardım sağlamaya başladım.
“Bir insanının köyünün bombalanması, evinin harap olması, aile üyelerinin ölümüne şahit olması, sokaklarda masum sivillerin cansız bedenlerinin yatması nasıl bir şeydir biliyorum. Bunlar Vietnam’dan gelen sayısız görüntüyle anıtlaştı. Ne kötü ki her yerdeki savaşların görüntüleri de Vietnam’la aynı; bugün Ukrayna’da olduğu gibi kıymetli insan hayatlarının mahvoluşunu gösteriyorlar.
“Ben savaşın sonuçlarını vücudumda taşıyorum. Ne fiziksel ne de zihinse yara izlerini arkanızda bırakamıyorsunuz. Şu an 9 yaşımdayken çekilen o fotoğrafımın gücü için minnettarım. Zar zor hatırladığım dehşetim evrenselleşti. O zamanlar barışın sembolü olduğum için gurur duyuyorum. O kişiyi benimsemem çok zamanımı aldı. Ama 50 yıl sonra diyebilirim ki, fotoğrafın benim için yarattığı zorluklara karşın, Nick o anı ölümsüzleştirdiği için minnettarım. O fotoğraf daima insanlığın kadir olduğu adı anılmaz kötülükleri hatırlatacak…”
Ut, Phan Thi ile kaderlerinin çözülmemek üzere birbirine bağlandığını belirterek, “Bugün halen onu ailem gibi görüyorum. Bana ‘amca’ diyor, sık sık konuşuyoruz. Ama tanışmamıza vesile olan koşullardan her zaman nefret edeceğim” ifadelerini kullandı.
Ut, Phan Thi ile kaderlerinin çözülmemek üzere birbirine bağlandığını belirterek, “Bugün halen onu ailem gibi görüyorum. Bana ‘amca’ diyor, sık sık konuşuyoruz. Ama tanışmamıza vesile olan koşullardan her zaman nefret edeceğim” ifadelerini kullandı.
Birkaç yıl önce emekli olan Ut ise ağabeyinin fotoğrafın sosyal adalet davasına hizmet edebileceği fikrinden ilham alsa da kariyerinin en başlarında, bir görselin bu kadar güçlü olabileceğinden şüpheliydi. Ama günümüzde aynı fikirde değil.
Washington Post’a yazdığı yazıda şu satırlara yer verdi Ut: “Bugün birçok kişi Vietnam Savaşı’nın sonunun gelişini ‘Napalm Kızı’ fotoğrafımın hızlandırdığını düşünüyor. Kesin olarak bildiğim bir şey var ki bu fotoğraf yıkımın ve ölümün ortasında çırılçıplak koşan bir kız çocuğu üzerinden savaşın mutlak dehşetini yansıtıyor.”
Ukrayna’da savaşın ilk gününden bu yana canla başla çalışan fotoğrafçı James Nachtwey ile Associated Press muhabirleri Felipe Dana, Mstyslav Chernov ve Evgeniy Maloletka’nın işlerinin de benzer bir işlevi yerine getirdiğini belirten Ut, “Rusya’nın işgalinin dehşet verici sonuçlarını ve masum sivillere yönelik vicdanlara sığmayacak muameleyi gün ışığına çıkardılar” ifadelerini kullandı ve ekledi:
“Savaşın yarattığı dehşeti kendi gözünüzle görmek, çok az kişinin deneyimleyebileceği bir bakış açısı sağlıyor. Diğer yandan ölümün ve savaşın yıkımının orta yerinde insanlığın dirayeti ışıldıyor. Ne zaman bu zor zamanlarda vatandaşlarına destek olan Ukraynalıların bir fotoğrafını görsem, bunu hatırlıyorum.
Maloletka’nın Mariupol’da bir kadın doğum hastanesinde çektiği bu kareler de sembolleşti
“Umuyorum bir gün Rus askerler yardıma muhtaç bir masum Ukraynalı kıza denk gelirler ve benim bir zamanlar yaptığım gibi, silahlarını bırakıp o insana kol kanat gererler.
“Fotoğrafımdan ve dünyanın dört bir yanında yarattığı duygulardan ve diyalogdan gurur duyuyorum. Gerçeğe duyulan ihtiyaç devam ediyor. Eğer tek bir fotoğraf bile fark yaratabilir hatta savaşı bitirmeye yardımcı olabilirse, o zaman şu an yapmakta olduğumuz işin her zamanki kadar hayati önemde olduğunu söyleyebiliriz.”
New York Times’ın “It’s Been 50 Years. I Am Not ‘Napalm Girl’ Anymore.” ve Washington Post’un “A single photo can change the world. I know, because I took one that did.” başlıklı haberlerinden derlenmiştir.