Muhalefetin demokratik yollarla hükümeti her türlü eleştirme, gösteri yapma, protesto etme hatta gerekirse sokaklara çıkma hakkı vardır. Bu, demokrasinin ayrılmaz bir parçasıdır. Üstelik gösteri yapanlar müzmin muhalefet değil, bizzat iktidardaki partiye oy verenler de olabilir. Hatta iktidarı eleştirmek bilakis bu kitlenin hakkıdır, çünkü oy vermiştir ama beklentileri gerçekleşmemiştir. Yani “asıl aldatılan” onlardır. Ama bizde işler biraz garip yürür. Particilikten anladığımız takım tutmak gibidir. “Pazara kadar değil, mezara kadar!”. Yahu ya hata yapıyorsa? Uyarmayacak mısın? Daha iyisini aramayacak mısın? Dünya genelinde makul muhalefet budur. Özellikle AB ülkelerinde göstericiler ağırlıkla mevcut hükümete oy verenlerdir. 28 Mayıs – 30 Ağustos 2013 tarihleri arasında bizim muhalefet sokaklara döküldüğünde: Dolar 1.8 Türk Lirası, Enflasyon %7,5 idi IMF’ye olan borcun son taksiti bir hafta önce ödenmişti, halk alım gücünün doruğundaydı. Belediye hizmetleri düzgün çalışıyor, çöpler toplanıyor, toplu taşıma araçları tıkır tıkır çalışıyor, yeni metro bağlantıları, hızlı tren projeleri süratle yürütülüyordu. Çözüm süreci başlatılmış, şehit cenazeleri durmuş, genel bir barış havası içinde başta Kürt vatandaşlarımızı PKK’dan kurtulma ümidi sarmıştı. Bu kadar pozitif bir ortam içerisinde muhalefet büyük bir kin ve nefretle sokağa döküldü, ülkeyi 3 ay yaktı yıktı… Kısaca hatırlatalım “… resmî rakamlara göre 4 Haziran itibarıyla 77 ilde 603’e yakın eylem gerçekleşmiş, gerçekleşen bu eylemler sırasında 280 iş yeri, 1 özel konut, 6 kamu binası, 18 belediye otobüsü, 207 özel araç, 103 polis aracı, bir polis merkezi ve 11 AK Parti hizmet binasının yanı sıra başta Ankara ve İstanbul’da olmak üzere çok sayıda otobüs durağı, trafik ışık ve levhaları, MOBESE kameraları, bankamatikler ve kaldırımlara çeşitli şekilde zarar verilmiştir. İlk tespitlere göre, bu zararların 70 milyon liranın üzerinde olduğu ifade edilmiştir” Olaylar bunlardan sonra 2 ay daha sürdü… Oysa daha 4 Haziran’da Danıştay topçu kışlası için yürütmeyi durdurma kararı almış ve konu kapanmıştı. Gerisi amaca göre orantısız tepki idi. Bu sayılanlar sadece olay yeri hasarları, bir de bunların ülkenin yatırım yapılabilirlik güveninin sarsıldığını ekleyiniz. İktidar bunu daha sonraki pek çok ekonomik sıkıntının sebebi olarak gösterdi ve haklıydı da. Peki, neydi muhalefetin sokağa dökülüş nedeni? Eski topçu kışlasının yerine yenisinin yapılması için Taksimde 5 ağacın kesilmesi idi… Daha sonra gelişen olaylarda meselenin ağaç olmadığını hepimiz çok iyi anladık. Çünkü oluşturdukları sözüm ona “Taksim Dayanışma Platformu”nun talepleri “başta 3. Köprü, 3. Havaalanı, Kanal İstanbul projeleri olmak üzere…” bütün kalkınma projelerinin durdurulmasıydı. Benim amacım Taksim kalkışması ve ülkeye verdiği zararları hatırlatmak değil Benim amacım Taksim kalkışmasının muhalefete verdiği zararları ortaya koymak. Şimdi resmi enflasyon %36, yani Gezi döneminin 5 katı Dolar 14 TL yani Gezi döneminin 7 katı Suyun, elektriğin, doğal gazın fiyatı ortada… Peki, 3 tane ağaç için üç ay ortalığı yakıp yıkan muhalefet nerede? Diyecekler ki “sokağa çıkanı döverler” Ama sen memleketin en huzurlu döneminde ülkede milyonlarca dolarlık tahribat yaratırsan şimdi biraz zor sokağa çıkarsın. İşte bizim muhalefetin en büyük sorunu bu: İktidarı başarısızlıklarından değil başarılarından dolayı eleştirmek Gerçek problemler karşısında ise ne eleştirecek ne de alternatif önerecek bilgi birikime sahip olamamak. Sosyal medyaya bakarsanız Türkiye’nin en büyük sorununun Sayın Kılıçdaroğlu olduğunu sanırsınız. Sayın Cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu’nu ana muhalefet partisinin başkanı olması hasebiyle muhatap alıyor ve ağırlıkla onu eleştiriyor, bu anlaşılabilir bir şey. Ama, bakarsanız muhalefetin de hedefinde Sayın Kılıçdaroğlu var. Bütün kaygı da “kazanamayacak bir cumhurbaşkanı adayı göstermemek”. Neymiş? İmamoğlu ve Yavaş daha popülermiş. İyi de birincisi, onları bulup öneren Kılıçdaroğlu, İkincisi, İmamoğlu gerçekte İstanbul’u çok az bir farkla kazandı, daha sonraki oy oranına iktidarın hatası nedeni ile mağdur edildiği için erişti. Yani İmamoğlu İstanbul’da bir “oy patlaması” falan yaşatmadı. Bir siyasi hatadan yararlandı. Öyle bir kariyeri, karizması, deneyimi yok. Onu Fatih’e benzeten ve suratında Rabbi Yessir gören sadece bir abla-kardeşten ibaret. Demek istediğim muhalefet yine boş beleş işler peşine düşmüş durumda. Aday göstereceği kişinin Türkiye’nin gerçek problemleri olan yüksek enflasyon, pahalılık, işsizlik konularında somut çözümleri olan bir lider değil, bir an bir yerlerde Kılıçdaroğlu’na oranla üç-beş oy daha popüler olmuş isimler peşinde. Fırsatçılık başarı sağlasa bile kalıcı olamaz. @kalemciler